Zât’ı Hakk’ta mahrem-i irfan olan anlar bizi, (mahrem-i irfan: gizli bilgi)
İlm-i sırda bahr-ı bi-pâyan olan anlar bizi. (bahr-ı bi-pâyan: sonsuz deniz)
Bu fenâ gülzarına bülbül olanlar anlamaz, (fenâ gülzarı: dünya gül bahçesi)
Vech-i bâki hüsnüne hayran olan anlar bizi. (vech-i bâki: Tanrı’nın yüzü)
Dünya vü ukbâyı tamir eylemekten geçmisiz, (ukbâ: Ahret, öbür dünya)
Her taraftan yıkılıp viran olan anlar bizi. (viran: gamlı, tesellisiz)
Biz sol abdalız, bıraktık egnimizden salımız, (abdal: tarikat ehli, egin: beden)
Varlıgından soyunup uryan olan anlar bizi. (uryan: çıplak)
Zahidâ ayık dururken anlamazsın sen bizi, (zâhid: asırı dindar softa)
Cür’a-yı sâfi içip mestân olan anlar bizi. (cür’a: yudum, mestân: sarhos)
Ey Niyazi, katremiz deryaya saldık biz bugün, (katre: damla)
Katre nice anlasın, umman olan anlar bizi. (umman: okyanus)
Niyazi Mısri diyor ki:
“Hakk’ın özündeki gizli bilgi ile bütünleşmis (Tevhid etmiş) olanlar anlar bizi. Tanrı’nın sırlarında, ilm-i Ledün’da sonsuz bir deniz gibi olabilenler anlar bizi.
Yok-olacak olan gül bahçesine benzer bu dünyada bülbül gibi şakıyan bizi anlamaz, hiç yok-olmayacak Tanrı’nın
güzel yüzüne hayran olan anlar bizi.
Biz ne bu dünyada ne de öteki dünyada iddia sahibiyiz.
Bu dünyada aradıgını bulamayan ve tesellisiz olanlar anlar bizi. Biz Melami bir dervişiz ve
güzel kıyafetleri terk ettik. Benlik ve varlık iddiasını terk edenler anlar bizi.
Niyâzî-i Mısrî